BASKI: Mart 1981
YAYIN EVİ: Tan Kitap Yayın
177 Sayfa
Kitabın konusu kadının tarihsel gelişimi olsa da genelde din, özelde yazıldığı dönemdeki Türkiye üzerinde duruyor. Üç büyük dinin kadına bakışını kabaca ele almış. Tarihte genel seyir pek irdelenmemiş.
Türkiye'nin Cumhuriyet döneminde özellikle kayıtların tutulmaya başlanıp istatistiki verilerin toplanıp arşivlenmeye başlandığı dönemlerle ilgili ayrıntıya girilip kadının toplumumuzdaki gelişim sürecini devlet politikasının nasıl etkilediğini açıklamaya çalışmış.
Ciddi bir okuma ve araştırma yapılmış bence çünkü kadın hareketinin pek olmadığı yada kadın örgütlenmesinin olmadığı dönemlerde kadının tarihteki yerini araştırıp bunun üzerine kaynak niteliğinde bir eser ortaya çıkarılmış. Bu yönüyle önemsenmesi gerekiyor. Bugünkü gibi belli bir olgunluğa erişmemiş olan kadın hakları ve kadının toplumdaki yeri irdelenmiş.
Bazıları sol hareketin yükselişe geçtiği bir dönemde yazılmış olduğu için bu araştırmaya gereken önemi vermeyebilir. Benim bildiğim kadarıyla bu durum ülkemizde iddia edileceği tarzda gelişmemiştir. Günümüzde bile sol düşünceye sahip hiç bir yapı gerektiği gibi bir kadın görüşü/örgütlenmesi geliştirememiştir.
Kitabın çıkış noktası ve anlattığı birçok şey günümüzde kabul gören durumlardır. O dönemlerde pek kabul edilemez görünse de günümüzde kadın hareketinin genel anlamda temel olarak kabul ettiği bir düşünce sistemini kullanmış.
Çok geniş bir dönemi ve geniş bir alanı kapsayan bir konu için sayfa sayısından bile konunun çok irdelenmediği anlaşılıyor. Bu kitabın okunmasını etkilemeyecek bir durum olabilir mi?
Okuyunca; konu hakkında bilgi sahibi olmayan, temel düzeyde bilgi sahibi olmak isteyenlerin kesinlikle başvurabileceği bir araştırma. 1976 yılı yılı Yunus Nadi Armağanı birincilik ödülü almış.
Kadın hakları konularında araştırma yapmış, az da olsa birikimi olanlara bir şeyler katabileceğini sanmıyorum. Hele bir de Marx-Lenin gibi liderlerin temel eserlerini okumuş kişiler bakmasa da olur.
Üretim araçlarından yoksun bir kimse ile üretim araçlarına sahip olan bir kimse arasındaki ilişkiler eşitlerin karşılıklı ilişkisi olamaz. S.14
Ve bir toplumda egemen olan üretim ilişkileri de, o toplumda egemen olan siyasal, dinsel, yasal, felsefi ve sanat görüşlerini ve bu görüşlere uyum gösteren kurumları belirlerler. S.15
Genelde din, özelde de İslâmiyet köleci toplumun feodal topluma dönüşme evresinde bir üst yapı kurumu olarak ortaya çıkmıştır; feodal ve kapitalist toplumlarda da varlığını sürdürmektedir. Ancak, Hıristiyanlık, feodal toplumun temeline uygun bir evrimi "reform" ile geçirdiği halde, İslâmiyet böyle bir evrimden geçmemiş, tersine, kurulu düzeni sürdürmede güçlü bir araç olarak kullanılagelmiştir. S.107
Öte yandan, eğitim sisteminin bütünüyle dışında kalan kadın ise, sistemin yoğurduğu, genellikle tüketici olarak yetiştirdiği kadının tersine, üreticidir; doğayla ilişki içindedir. S.142
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder