11. Baskı
YAYINEVİ: İthaki Yayınları
215 Sayfa
Kitap aslında Kürtçe yazılmış ve Türkçeye sonradan çevrilmiş. Bir röportajında (aslı Burada) ilk romanının adının neden "Sen (Tu)" olduğu soruluyor. Yazarın cevabı ise:
"Kürtlerde birey mefhumu çok zayıftı. Hep cemaat-kul ilişkisi ağır basıyordu. Siyasal Kürt örgütlerinde deböyleydi. Totaliter çizgiler belirgindi her zaman. İllegalite de sorundu. Bu nedenle insani, entelektüel ilişkiler geri plana itilmişti. Buna karşı çıktım. Bu ilişki yapısını eleştirdim. Onun için Tû, yani Sen koydum ilk Kürtçe romanımın adını, bireyi öne çıkarmak için."Gelelim kitabımıza: 12 Eylül askeri darbesinden sonra tutuklanıp memleketi Urfa'dan Diyarbakır askeri ceza evine götürülen ve burada işkence gören genç bir üniversite öğrencisini anlatıyor. İfadesini almak bahanesiyle koğuşundan alınıp işkence yapılıyor ve bu dönemde tutulduğu hücrede bir böcek görüyor. Onunla konuşmasını ve dostum diyerek dertleşmesini konu almış kitap. İlk roman olmasına rağmen güzel ve ustaca yazılmış olan kitabın dili çok sade ve okuyunca ( ceza evindeki tutukluların konuşmalarının olduğu bölümler de dahil ) acaba diye düşündürmeden anlatacağını doğrudan, sade bir şekilde aktarmış. O dönemin bir çok toplumsal sorununa değinmiş çok irdelemeden. İrdelemeyi okuyucuya bırakmış istediğin gibi yorumla ister dediklerime katıl ister katılma ama biraz irdele der gibi. Aslında arka kapak hem konuyu hem de anlatış şeklini çok güzel ve kısa bir şekilde ifade etmiş:
İnsanın dünya üzerinde "yalnız" kaldığı anlar vardır... Böylesi anlarda, içini dökebileceği tek varlık bazen sadece yolu oraya düşmüş bir böcektir. Yalnızlığın ve dışlanmışlığın acısı, sıradan bir böcek de olsa bir dinleyici bulduğunda hafifler mi?
"Sen", acılı, trajik bir yaşamdan, Doğunun renkleriyle bezenmiş pastoral bir manzara... Aynı insanın dününü ve bu gününü iki farklı üalupla anlatan Uzun, bu ilk romanında insanın zor şartlar altında verdiği yaşam mücadelesini, dayanma gücünün sınırlarını ve Doğu insanın hayata bakış açısını bu manzaranın çerçevesi içine yerleştiriyor.
Evlerin anahtarı, kilidi olan o zarif kadınlar, her toplulukta zavallı ve cahil idiler. Sayfa 23
Ömürleri çamur, ateş ve toz toprak içinde geçerdi; çaresizlik ve ezilmek kaderleriydi onların, ama aynı ölçüde hayat pınarıydılar. Sayfa 24
Acaba tutukluluk ve cezaevi, dünyayı daraltmak mıydı?Acaba insanın düşüncesinde de bir daralma oluyor muydu?...... Sayfa 115
Bilmiyorum, biz mi hayatla oynuyoruz yoksa hayat mı bizimle oynuyor? Sayfa 123
Cezaevi nazlı bir kız gibidir. Onu süslediğin zaman, ona baktığın, onu sevdiğin zaman ancak onu anlayabilir, ona yaklaşabilirsin. Sayfa 126
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder